Şenay Tanrıvermiş
senayt@windowslive.com
Sinema Editörü
Diana otoriteye baş kaldıran, kurallara uymayan, sarayla sokak arasındaki ulaşılmaz mesafeyi azaltan davranışları, şıklığı ve güzelliğiyle kendi halkının ve dünya çapında milyonların sevgisini kazanmıştı. Kraliçe olmama pahasına aile sırlarını ve incinmiş kadınca duygularını açığa çıkarmış, İngiliz Kraliyet ailesinin alışıldık tutumlarında bir kırılmaya sebep olmuştu.
Gerçek bir masal prensesi gibi dünyanın ücra köşelerini ziyaret etmiş, elini birçok ihtiyaç sahibine uzatmıştı. Arkasında ülke politikası mı kendisinin kişisel kariyer planlaması mı vardı, yani ne kadar samimiydi ne kadar değildi konusu apayrı bir araştırma konusu elbette.
Ancak Diana masallar dünyasını realiteye çevirmiş, güzel, zarif, aldatılmış, mağdur ve yalnızdı. Saray da dışlandığını, kapıların yüzüne kapandığını ve çaresiz bir tek başınalığını ilan etmişti. Kısacası özel hayatı berbattı ama kendisine yapılan kötülüklerin tersine dünyaya iyilik, zenginlik, şifa ve çare dağıtıyordu. Bu haliyle sevilmeyecek gibi değildi gerçekten.
Film tam bu noktadan hareketle prensesin yalnızlığı, aşka olan açlığı ve yasal ancak aslında yasak aşkını anlatmak vaadiyle başlıyor. Film bittiğinde Diana beklentilerin hiç karşılanmadığı duygusu ve biyografi olmasına karşın inandırıcılıkta zorlandığı düşüncesi yüzünden sınıfta kalıyor maalesef. Bu kadar çok sevilen bir ismin sır dolu yaşamı elbette milyonlarca seyirciyi garantiliyor ancak sığ karakterler, çalakalem yazılmış diyaloglar, kopmaya hazır olay örgüsü, kurulamayan neden sonuç ilişkisi ve klişe bombardımanıyla film fiyaskoya dönüşüyor.
Gizli bir aşkın sır perdesini aralayacak gibi yapıp perde açıldığında düşülen boşluk ve sığlık can sıkıcı boyutlara ulaşıyor.
Film de dünya kamuoyunun fotoğraflarını ezbere bildiği yasak aşkın aslında paravan bir aşk olduğunu öğreniyoruz. Ya da Pakistanlı cerrah sevgiliyi kıskandırmak için planlı olarak ortalığa dökülen terk edilmiş kadın intikamıydı o fotoğraflardaki aşk. Oysa tüm dünya o kareleri kendi aile albümündekiler den daha net hatırlıyor. Film bize o karelerin önünü ardını, o teknede ne olduğunu, otel de ne konuştuklarını, birbirlerine nasıl hitap ettiklerini söyleyecek gibi bir iddia da bulunuyor. Yönetmen Oliver Hirschbiegel, içerikle ilgili argümanını Khan’dan aldıklarını, kendisiyle görüşerek gerçeklere ulaştıklarını söylüyor.
Eğer yönetmenin ve gizli sevgili Khan’ın anlattıkları gibi bir aşk yaşadılarsa çok sıkıcı, klişe, heyecansız, renksiz, sürpriz ve sıradan bir aşk yaşadıklarını bir çırpıda söyleyebiliriz. Prensesin bu kadarsıradan bir aşka tutunmadaki ısrarı doğruysa gerçekten çok büyük bir yalnızlık çektiğine inanılabilir. Ne var ki film bize Diana’yı daha çok sevdirmiyor, nefrette uyandırmıyor fakat mesafeli bir uzaklıkla realist ve tarafsız bir açı da sunamıyor. Çünkü yüzeysellik seviyesi film açıldıkça, konular uzadıkça ve diyaloglar hiçbir şey söylemedikçe büyüyor.
Özellikle Khan karakterinin anti-sempatik ukalalıkları bu sakat aşkı daha da ufalıyor, azaltıyor, kimi yerlerdeneredeyse kirletiyor. Anlıyoruz ki kendini dünyanın en zeki doktoru zanneden bir adam prensesi perişan ediyor. Maalesef prensesin aşkındaki ısrarın neden kaynaklandığına da iknaolmayınca film daha ilk yarıdan düşüyor ve bitmeden çok önce bitiriyor kendini.
Oysa tüm dünyanın gözü önünde onaylanmayan bir aşk yaşamaya cesaret eden bir kadının prenses dahi olsa kıstırıldığı kalıp yargılar anlatılsa yeterdi. Ya da Müslüman bir erkekle Hristiyan bir kadının her iki cephede de kabul edilmeyişinin aşılmaz bariyerleri konu edilsebirkaç film çıkarılabilirdi. Veya sadece Diana’nın anneliği üzerinden kadına yüklenen kutsal anne miti deşilebilirdi. Yönetmen ise sadece birkaç paparazzi sahnesi, bir iki kuran alıntısı, Rumi vecizi ve birkaç saniyelik çocuklarına el sallamasıyla meselelere değmeden kaçıyor.
Her şeye karşın Naomi Watts’ın makyajı, saçı, kıyafetleri ve vücut dili gerçekten göz dolduruyor ve en azından bir süre oyalıyor. Özetle galiba Diana’ya bu filmle bir kez daha haksızlık yapılıyor, sanki haksızlık yapmak için bile yeterince özenilmemiş duygusu ağırlık kazanıyor. Film vasat olmayı zor başarıyor.
Bugün izledim, özetliyorum fiyasskoo……..
BeğenBeğen
Siz bilmezsiniz o Diana’yı. Ahhhh kadın sarayı yol geçen hanına çevirmişti:))))) bütün dünyanın ağlamasındaki absürdlüğü zamanında en iyi can Yücel babamız özetlemişti 🙂 ) üstüne laf sçylenmez.
BeğenBeğen
allah kimseyi prenses yapmasın, o ne ruhsuz aşk öyle, offf anam off, ayrıca ne zevksizlik, yuh yani!
BeğenBeğen