BLue Jasmine

 Sinema Sokağı Sanat logo

Şenay Tanrıvermiş
senayt@windowslive.com
Sinema Editörü

 

Woody Allen ‘Blue Jasmine’ adlı vizyondaki filmiyle Cate Blancett’i adeta ‘Arzu Tramvayı’ nda muhteşem bir yolculuğa çıkartıyor. Senaryosu günümüz tüketim çılgınlığına son derece güncel göndermeler yaparken iki kız kardeşin ilişkisi, farklılık ve benzerlikleri ise olmayan ya da sorunlarla dolu aile bağlarını, bireylerin kendilerini tanımlama biçimlerini sınıf farklılıkları üzerinden anlatıyor. Yönetmenin Match Point’teki karakter derinliğini aratmayacak incelikli, vurucu detaylarla dolu kahramanlarını yine sınıf çatışması ekseninde bu filmde de görüyoruz.

images

Olay akışındaki sürprizli gelişmelerden çok karakterlerin insan doğasındaki pek acayip zayıflıkları, boşlukları şaşırtıyor, düşündürüyor ve büyülüyor. Gerçeklik duygusunu kaybetmiş, arzularının esiri olmuş kadın tipi tüm dünya metropollerin de elbette değişik ölçü ve şekillerde aramızda hatta içimizde yaşıyor. Dolayısıyla Blancett’in canlandırdığı karakter hiçte yabancı değil ancak oyuncunun olağanüstü performansı karaktere öylesine etkileyici bir tat ve renk katıyor ki belki de sıradan ve basit olabilecek bu öykü unutulmaz bir filme dönüşüyor. Cape Blancett’i överken Allen’in senaryosuna ve film yönetmedeki üstün beceri ve dengeli sıcaklığına gölge düşürmek şüphesiz net bir haksızlık olacaktır.

Allen, Tennessee Williams’ın unutulmaz Blanche anti-kahramanından bugüne revize edilmiş marka, lüks ve şatafat tutkunu hatta kölesi bir kadın yaratmış. Film ve oyundaki kız kardeşlerin yaşam biçimi ve ilişkilerindeki benzerlik, benzerlikten öte duruyor. Bu her zamanki basit senaryo hırsızlığı gibi konular çağrıştırmasın hemen! Çünkü Allen mutlaka bu benzerliği tüm dünya seyircisinin kuracağını bilerek çekmiştir filmini ve zaten ‘Blue Jasmine’ bu güçlü benzerlik nedeniyle değerinden ve içeriğinden ödün vermiyor, azalmıyor. Tam tersi bildik başka güçlü bir öykünün hatıralarıyla karakterler hafıza da zenginleşiyor, çok katmanlı bir yapıya uzanıyor denilebilir.

Jasmine ve Blanche’in içki zaafları, kendi yarattıkları illüzyona inanmaları, ayakları üzerinde durmayı başaramamaları ve daime güçlü bir erkek eli aramaları neredeyse birbirinin aynısı. Kız kardeş Ginger’in ablasına hayranlık, acıma, nefret ve sevgi arasındaki git gelleri de Arzu Tramvayı’nın en gizliden seyirciye bulaşan güçlü duygu dalgalanmaları değil mi zaten? İyi ki de öyle, çünkü artık büyük şehir güzellemeleri içine hikaye yazacağına Allen’in insan hikayelerine dönmesi sinemaya çok daha katkı sunabilir.

Jasmine, kocasının aldatmalarını, kanunsuz ve haksız kazancını görmemezlikten gelmeyi ilke edinerek yaşamış birçok üst sınıf kadının benzerlerinden biri olarak yoksulluk içindeki işçi sınıfından insanları görmeye bile tahammül edemiyor. Yoksulluk Jasmine için utanç verici iğrenç bir hastalık, kusur ya da suç gibi kabul edilemez geliyor. Kendisi ve çevresindeki insanları da bu çerçevede değerlendirerek baş tacı ediyor veya yok sayıyor. İnkar mekanizması öyle içine yerleşmiş ki çöken bir evliliğin ardından sadece en güzel anları hatırlamayı seçiyor. Sahtekar kocası Hal’in sebep olduğu aile dramları kendi kız kardeşinin felaketi de olsa umursamıyor ve umursanmasını hak görmüyor. Kız kardeşi ve kocası Augie’nin piyangodan çıkan parasını batıran kocasını suçlamak yerine hayıflanmalarına dahi tahammül edemiyor.

Zengin bir yeni koca bulduğunda ise kendisine geçmişinin hatırlatılmasına ‘atlatın bunları artık’ diye yanıt verebiliyor. Kardeşinin bu yüzden boşanması, çocuklarının istikbalini kurtaracak parayı kocasının açıklamaya gerek duymadan hiç etmesi ve bazılarının durumu hiç atlatamayacak katı ve zor şartlarda yaşamak zorunda kalmalarını gereksiz ve can sıkıcı detaylar olarak duymak istemiyor. Ancak Allen karakter analizini öyle güçlü hissettiriyor ki ‘oh olsun’ demek yerine Jasmine’i bu hale getiren koşulları ön plana çıkartıyor ve seyirci katarsise ulaşamadan anti-kahramanın çöküşüne üzüldüğü nokta da kalakalıyor.

Nevrotik bir kadının çıkarları uğruna ardı ardına söylediği yalanların onu nasıl trajik bir çöküşe sürüklediği anlatılırken gerçekçilikten bir an bile sapılmıyor. Yönetmen gittikçe hastalanan bir kadının öyküsünün içine aslında tutkulu bir aşkı ve sürprizli gelişmeleri de öyle usulca yerleştiriyor ki asla tempoyu düşürmüyor. Kıskançlık, hırs, aşk ve intikam gibi temaların işlendiğini ise sürprizli gelişmelerle sunarak ustalığının sınırlarında dolaşıyor Woody Allen.

 

5 comments

  1. yağmurlar başladı, demek ki sinema sezonu açıldı.ve bu film çok iyi bir başlangıç belli ki.

    Beğen

  2. 1O Puanlık bir film, üstelik hem eleştirel bir bakış hem de o insanları anlamamızı sağlıyor. çok güzeldi gerçekten, tekrar bile izlerim…

    Beğen

  3. uzun zamandır izlediğim en iyi film, iyi filme rastgelmeyeli de çok olmuş. ilaç gibi iyi geldi.

    Beğen

  4. çok doğru bir analiz ve mükemmel bir film bir araya gelince insan bir kez daha sinemaya aşık oluyor. elinize yüreğinize sağlık:)

    Beğen

Bir Yanıt bırak